BW 10 - ABD, TSK'nın son K. Irak mesajlarına nasıl bakıyor?
Washington, D.C. / Yayın tarihi: 18 Mart 2007
SUNAN:
YASEMİN ÇONGAR
KONUKLAR:
ABDULLAH AKYÜZ: TÜSİAD
HENRI J. BARKEY: LEHIGH ÜNİVERSİTESİ
ÖMER TAŞPINAR: BROOKINGS ENSTİTÜSÜ
Çongar: Amerika’dan hepinize merhaba. Burası Washington, ben Yasemin Çongar. Sevgili izleyiciler, Amerikan başkentinde Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren gündem son günlerde çok yoğun. Biz de bugün bu gündemin üç ana başlığını tartışacağız. Hep birlikte şu sorulara yanıt arayacağız. (Ekrandan okuyarak)
"Irak’ta bölgesel çözüm mümkün mü?
TSK’nın son K.Irak ve PKK mesajlarına, Washington’ın tepkisi nasıl?
ABD Kongresi, Soykırım Tasarısı konusunda Türkiye’yi dinleyecek mi?"
Bu soruları kimlerle yanıtlamaya çalışacağız? Artık programımızın demirbaş elemanları sayılan konuklarla beraberiz. Abdullah Akyüz’den başlamak istiyorum. Türkiye Sanayicileri ve İş Adamları Derneği, TÜSİAD’ın Amerika temsilcisi. Henri Barkey, Lehigh Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölüm başkanı ve bu sömestri de Woodrow Wilson Araştırma Merkezi’nde geçiriyor. Ve Ömer Taşpınar, Brookings Enstitüsü’nün Türkiye Programı'nın başında, ayrıca Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Hepiniz hoş geldiniz.
Şimdi isterseniz, Irak’taki son duruma bakarak bir başlayalım. Malum, Başkan Bush’un kuvvet arttırma kararı sene başından itibaren yürürlüğe girdi ve Washington’da bazı çevreler bunun başarılı olduğunu da iddia etmeye başladılar. Gerçi televizyonda Irak haberlerini ızleyenlerin öyle düşünmesi için pek bir gerekçe yok. Henri, sana sorayım. Sence bu takviye kuvvet pek bir işe yaradı mı? İşte Bağdat’ta, El-Anbar’da ciddi düzelme olduğu yönündeki haberler doğru mu? Senin izlenimin ne?
Barkey: Bence çok çok erken bunu söyleyebilmek için. Bence ne başarılı oldular, ne başarısız oldular. Çünkü bu takviye kuvvetlerin çoğu zaten şu anda Irak’a varmadılar ve oradaki general de zaten “Daha da fazla asker geçseydik” dediler o zamandan beri. Dolayısıyla, altı ay ile dokuz ay bir müddete ihtiyaç var bunun başarılı olup olmayacağına karar verebilmemiz için. Şimdiden bunu böyle konuşmamız aslında, milletin böyle konuşması bence doğru değil.
Çongar: Evet, bir 21,500’lük ek kuvvet söz konusuydu ve şimdi 4,700 kişinin daha gitmesi söz konusu…
Barkey: Söz konusu…
Çongar: Bunların yerleşmesi, diyorsun, zaman alacak ve…
Barkey: Tabii…
Çongar:…ve belki bu senenin sonuna doğru ancak bir sonuç alınacak. Peki Ömer, sen Ulusal Savunma Üniversitesi’ndesin, dolayısıyla Amerikan subaylarıyla günü birlik görüşüyorsun, bir temasın var. Onlarda bir moral düzelmesi diyeyim, veya Irak’a bakışlarında bir değişiklik var mı? Bu yeni stratejiye sahip çıkıyorlar mı?
Taşpınar: Henüz bir moral düzelmesi yok. Öte yandan, yani yönetimde bir şekilde buraya hala ilginin devam etmesi, asker yollanmış olması ve çekip gitmek yerine bu davaya sahip çıkması Bush’un, hala takdirle karşılanıyor. Yani…
Çongar: Askerler, çekilme yanlısı değil.
Taşpınar: Yani şu anda değiller. Yenilgiyi kabul etmek istemiyorlar. Misyonlarına inanmak istiyorlar hala. Askerlerin yaptıkları işe inanması çok önemli. Hala başarılı olabileceklerine olan inançlarını korumak istiyorlar. David Petraeus’a son derece hayranlıkları var. Yeni bir strateji ve yeni bir taktikten bahsediyorlar. "Ortada sadece yeni bir taktiksel değişiklik yok" diyorlar. Farklı bir stratejiyle, şu anda girdikleri mahalleleri tutmaya çalışıyorlar. Daha fazla asker bulundurması bu açıdan önemli bir başarı\ ama ortada yeni bir strateji de var diyorlar. Moral bozukluğu ben sezinlemiyorum…
Çongar: Ama daha önce vardı…
Taşpınar: Daha önce vardı, fakat Rumsfeld’in gitmesiyle beraber moraller düzeldi denilebilir. Gates’in gelmesi ciddi bir değişiklik yarattı morallerde Pentagon’da.
Çongar. Bir de tabii, bu işin Kongre cephesi var. Kongre’de aslinda Demokrat çoğunluk kuvvet arttırımı fikrine karşıydı. Hala da karşı. Bunu sorguluyorlar. Ve birtakım girişimler var. Abdullah, sen de yakından izliyorsun. İngilizce’de "benchmark" denilen belli koşullar, belli bir takvim içerisinde, özellikle…
Akyüz: Mihenk taşı…
Çongar: Mihenk taşı belki karşılığı Türkçe’de. O mihenk taşları çerçevesinde, Irak’taki bazı beklentileri karşılamasını istiyor. Fakat sence Demokratların gücü Bush yönetimine bunu kabul ettirmeye yetecek mi? Yoksa bunlar sadece Kongre’deki tartışmalarla ve bağlayıcılığı olmayan birtakım kararlarla mı sınırlı kalacak?
Akyüz: Yasemin, bence olay sadece güç meselesi değil, muhtemelen bir de öyle bir istekleri var mı sorusunu da sormak gerekiyor…
Çongar: Demokratların böyle bir isteği var mı?
Akyüz: Demokratların… Çünkü Demokratlar bir yandan araseçimin sonucunda Irak’ın ne kadar Cumhuriyetçiler için yıkıcı, ne kadar da Demokratlar için avantajlı bir konu olduğunu tabii gördüler. O rüzgarı arkalarına aldılar, ama şimdi şu ikilemi yaşıyor Demokratlar: Bir yandan oradaki savaşın gidişatına ciddi bir çekilde müdahele edecek olumlu ya da olumsuz birşey yapmak istemiyorlar, çünkü onun altında kalacaklarından korkuyorlar. Bir yandan da araseçimlerden aldıkları rüzgarla ve de başkanlık seçimlerine doğru gidilirken de bunu avantaj haline getirebilmeleri için de birşeyler yapma ihtiyacını hissediyorlar. Çünkü artık şey durumunda değiller…eskiden seyirci durumundalardı şimdi oyunun bir parçası oldular. En azından Kongre’deki çoğunlukları itibariyle özellikle de Temsilciler Meclisi’nde. Dolayısıyla ben burada Demokratların şu andaki stratejisinin esas olarak üzerlerine bulaşmayacak, ama Irak konusunda da aktif oldukları ve birşeyler yapmaya çalıştıkları imajını verecek bir politika izlemek. Bir strateji. Bu ikilemin de nerelere doğru götüreceğini zaman gösterecek.
Çongar: O zaman, yani üçünüzün söylediğinden şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün: Gerçi kuvvet arttırımı ilk açıklandığında hiç rağbet görmeyen, olumlu karşılanmayan bir politika değişikliğiydi ve stratejik değişiklik diye algılanmıyordu; taktik değişikliği diye algılanıyordu. Ama şimdi yönetim bunda ısrarını sürdürüyor. "Muhalefet", diyeyim, Demokratlar bunu kağıt üstünde beğenmediklerini söyleseler de, en azından engel olmayacaklar. İzliyorlar, sonucu bekliyorlar. Ve gözlemciler için de zaten, sen (Henri Barkey'e bakarak) diyorsun ki, şu anda yorum yapmak için erken.
Barkey: Evet. Tabii bir de şöyle düşünmek…Demokratlara baktığımız zaman başka bir şey daha var burada. Bir politika arayışındalar. Onlar seçimleri kazandılar, araseçimleri kazandılar ama onların elinde herhangi bir Irak’la ilgili bir politikaları yoktu. Şu anda yaptıkları şeylerden bir tanesi de bir politika arayışı. Nitekim de zaten yavaş yavaş görmeye başladık bunun sonuçlarını. Mesela, Hillary Clinton geçen gün yeni bir stratejiyle ortaya çıktı. Dedi ki ,“Ben Cumhurbaşkanı olursam 2009’da muharip güçlerini çekeceğim, fakat yine de Irak’ın bazı bölümlerinde kuvvet bırakacağım. Gerek terörist hareketlerine karşı olsun, gerek Irak’ın bütünlüğünü korumak için.” Yavaş yavaş bir şekillenme görüyorsun Demokratların hareketlerinde. Daha önce bence hazırlıksızdılar ve bu hazırlıksızlığın sonucunu görüyoruz.
Çongar: Evet, onlar hakikaten 2008’de eğer Beyaz Sarayı kazanırlarsa ne yapacaklarını şimdi düşünmeye başladılar. Peki şimdi "politika değişikliği" dedin, Henri, tabii politika değişikliğinin belki en görünür örneklerinden bir tanesi, son dönemde bu Irak diplomasisinin, bölgesel diplomasinin, Amerika’nın da içine girmesiyle genişlemesi oldu. Malum, 10 Mart’ta Bağdat’ta bir toplantı yapıldı. Türkiye katıldı, bütün Irak’ın komşuları katıldı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi katıldı. Neydi bunun önemli tarafı? Bölge açısından, Amerika ve İran ve Suriye temsilcileri aynı masa çevresindeydiler. Şimdi bu toplantıyla ilgili biliyorsunuz, Türkiye’de bir çok yorumlar var. Bunun işte, Türkiye’nin politikasının sonucu olduğu düşünülüyor. Biz iki önemli yazar, Taha Akyol ve Cengiz Çandar’ın yazılarına baktık son dönemde…
Yazdıklarını ekrana getiriyorum. Taha Akyol, Bağdat Konferansı’nın Türkiye’nin dört yıldır Arap dünyasında yürüttüğü diplomasinin başarılarından biri olduğunu savundu ve diğer bölgesel gelişmeleri de özetledi (ekrandan okuyarak): “Arap Birliği toplantısına Abdullah Gül’ün davet edilmesi, Mısır’ın Rumlarla petrol işbirliğine nokta koyması, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi'ne seçilmesi için 21 Arap ülkesinin açık destek vermesi”.. Akyol’a gore bunların hepsi ve bir masa çevresinde bir araya gelinmesi, Türk diplomasisinin başarısıydı. Cengiz Çandar, biraz farklı düşünüyor toplantı konusunda. Dedi ki, "Ankara, meşruiyeti tahkim edilmek istenen yeni Irak devlet yapısının en tepesindeki adamın, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin adeta ‘istenmeyen adam’ olarak ayak basmadığı tek bölge başkenti. Irak diplomasisinin başındaki Hoşyar Zebari ise Ankara'da, haklı gerekçelerle bile olsa, diplomatik akıl bakımından uygun sayılmayacak, en hakaretamiz sıfatlara muhatap kılınan Mesut Barzani'nin partisine mensup ve dahası onun dayısı."
Şimdi bu yazılar açık. Taha Akyol, gerçekten bölgede daha aktif ve sözünü dinletmeye başlayan bir Türkiye görüyor. Cengiz Çandar ise, özellikle Iraklı Kürt liderlerrle görüşmeyen bir Türkiye'nin aslında bu kadar etkin olamayacağını savunuyor. Önce şunu sorayım Abdullah. Irak diplomasisinde Türkiye’nin katkısı gerçekten var mı? Bu Bağdat toplantısının kotarılmasında Türkiye’nin öncülüğü söz konusu muydu?
Akyüz: Şimdi Türkiye hepimiz biliyoruz ki, en başından beri orada bir komşular diyaloğu başlatma taraftarıydı. Ve bu tabii ilk başında savaşı engellemeye yönelikti hatta. Tabii ki bu amaç yerine gelmedi. Ben burada, tabii ki sonuçta gelinen nokta Türkiye’nin de lehine olan bir nokta. Türkiye’nin de mutlaka bir katkısı var. Ama ben bunun, özellikle Türkiye’nin abartıldığı kadar bir payının olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Burada bence aslında Hamas olayında da yaşadık. Ak Parti hükümetinin şöyle bir politika şeyi var ve biraz da dış politikayı iç politika için kullanma isteğinin bir sonucu muhtemelen bu. Bütün bunlar bir çok tarafın katıldığı, katılması gereken ve çok hassas yürütülmesi gereken diyaloglar ve diplomasi çabaları ve bir sürü dengeler var. Her an değişen dengeler var. Yani siz taraflarıyla bütün bu meselelerin Irak meselesi veya Orta Doğu meselesi, Hamas örneğinde bütün bunların taraflarıyla gereken iletişimi kurmadan doğru zamanı bulmadan hazırlık çalışmalarını yapmadan birkaç tane insanı bir araya getirdiğiniz zaman amacınıza ulaşmış olmuyorsunuz. Yani Hamas şeyi...girişimi belki iyi niyetli bir girişimdi ama bunun asıl amacı, Amerika ve İsrail’in de bir şekilde işin içinde olduğu, kabullendiği bir süreçte bu diyaloğu kurmak önemliydi. Fakat, onlardan habersiz bir adım atıyoruz ve bunu o süreç adına attığımızı iddia ediyoruz. Dolayısıyla, bu Irak meselesinde de bence biraz bu aynen rol oynadı. Ve sonuçta abartılacak kadar bir rolü yok. Buralardan bakınca, Amerikan perspektifinden, böyle birşeyin kredisinin verildiğini görmüyoruz açıkçası Türkiye’ye. Hatta sıkıntı yaratan konumları ve pozisyonları da var Türkiye’nin bu süreçte. Dolayısyla ben abartıldığı gibi olmadığına inanıyorum. Ama bu sonuçta, bu Türkiye’nin zaten lehine olduğu için, bir payı varsa da zaten olması gereken bir pay olduğunu da düşünüyorum.
Çongar. Evet. Zaten sen de dedin, bu konferansın "Türkiye’nin düşüncesi olduğu, Türkiye’nin planı olduğu" Türkiye’de konuşuluyor; Amerika’da, basında olsun, yetkililer arasında olsun böyle birşey yok.
Akyüz: Kesinlikle böyle birşey yok.
Çongar: Böyle birşey yok Washington’da. Şimdi demin Cengiz Çandar’ın yazısından alıntı yaptık. O yazıda doğru hatırlıyorsam, Ömer sana da bir atıf var doğrudan. Senin de yazına benzer bir atıfla aslında, “Iraklı Kürt liderlerle konuşmadığın zaman Irak’ta etkin olamazsın. Irak konferansında söz sahibi olamazsın” diye… Nitekim, daha sonraki toplantılarda gerçekten, bu İstanbul toplantısı, bakanlar düzeyinde yapılacak devam toplantısı konusunda örneğin, Irak’ın da pek niyetli olmadığı yönünde haberler yansıdı. Çünkü işte malum Celal Talabani, Cengiz Çandar’ın da yazdığı gibi kabul görmüyor, en azından üst düzeyde, siyasi düzeyde kabul görmüyor. Sence İstanbul Konferansı’na Amerika’nın desteği sağlanabilir mi bu aşamadan sonra? Öyle sorayım.
Taşpınar: Bana biraz zor gibi geliyor, çünkü Amerika herşeyden önce Bağdat’taki müttefikleriyle konuşacak ve Talabani’nin bu konuda oldukça ciddi bir ağırlığı var. Kendinizi Talabani’nin yerine koyun. Sizinle konuşmayan bir başkentin politikası, Irak komşularıyla ilgili bir konferans için biraraya getirmeye çalışacak. Bu Talabani için aslında çok kabul edilebilir birşey değil. Yani o açıdan bakınca aslında gerçekten Türkiye, Milliyet gazetesinde Semih İdiz’in yazdığı gibi "ektiklerini biçiyor." Çok daha vizyoner davranmalıydı. En önemli sorunumuz Kürt meselesiyse, bu konuyu konuşacağımız bir muhatap bulmak istemedik veya bulamadık. Ve bugün de Irak’ın başındaki Cumhurbaşkanı’nın tabii ki bir ağırlığı var Washington’da. Yani Washington ve Irak beraber hareket etmek istiyor. Washington Irak’a rağmen "Türkiye’de yapılsın" diye bizim için devreye girmez.
Çongar: Evet. Orada birşey söylemek istiyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried ile bir söyleşi yaptık geçenlerde. Fried’e ben doğrudan sordum, "İstanbul Konferansı'na desteğiniz var mı" diye. Dedi ki, “Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün bu yöndeki teklifini ciddiye alıyoruz” ama hiçbir destek ifadesi belirtmedi. Dedi ki, “Yer kararlaştırılmadı.” Henüz karar yok.
Akyüz: Ben Yasemin, bir de, hep burada bizde vurgu hep yerine yapılıyor. Neden biz bununla bu kadar ilgileniyoruz? İstanbul’da yapılınca ne olacak? Yani…
Çongar: Ama senin de söylediğin gibi iç politikada, dış politikanın kullanılması olayı…
Akyüz: Ama bu yanlış bir tavır. Yani bunun da altını çizmemiz gerekiyor. Muhtevası daha önemli.
Çongar: Evet, bu noktada çok kısaca, Henri sana sormak istiyorum. İran’la doğrudan bir pazarlığın başlangıcı mı bu? Bağdat’ta en azından iki ülkenin yetkililerinin aynı masada oturması…?
Barkey: Hayır. Yani şunu belirtmek lazım. Abdullah’ın biraz önce söylediği gibi bir sürü insanı hazırlıksız bir masanın etrafına getirirseniz hiçbir sonuç çıkmaz bundan. Eğer Türkiye, bu Irak meselesini kendi iç politikası için kullanıyorsa Amerika da şu an aynı şeyi yapıyor. Yani şöyle; Bush hükümeti onu içeride tenkit edenlere şunu diyebilecek bir ay sonra, “Bakın ben İranlılar ile de buluştum, Suriyelilerle de buluştum ama bakın bunlarla iş yapılmıyor.” Çünkü şu anda İran’la Amerika arasındaki farklar o kadar büyük ki, anlaşmazlık o kadar ciddi ki, bunun böyle büyük bir toplantı içinde çözülebilmesi imkansız. Zaten eğer ciddi birşey yapılmak istenseydi, ben bunu sırf Amerika için demiyorum, bütün bölge ülkeleri için bu doğru. İlk önce yavaş yavaş başlayıp, Amerika ile Suudi Arabistan’ın konuşması, Amerika ile Türkiye’nin konuşması, ondan sonra Amerika’nın öbür Körfez ülkeleriyle konuşup bir anlaşmaya vardıktan sonra İran ve Suriye’ye, “Bakın biz bunlara karar verdik, sizi de davet ediyoruz bu oluşuma” demeleri lazım. Ama herkesin böyle aniden bir uçağa binip Bağdat’a gelmesiyle birşey çıkmayacak.
Çongar: Evet, bu senin söylediğin çabaları belki bir şekilde Suudi Arabistan gösteriyor şu anda Türkiye’den daha aktif olarak. Ama ben biraz vites değiştirmek istiyorum şimdi… Yine Irak’ı konuşuyoruz. Biraz dikkatimizi PKK’ya ve Türkiye’nin bu sınırötesi operasyon tartışmalarına getirmek istiyorum. Son bir hafta içinde Türkiye’nin olası sınırötesi operasyonu konusunda iki tane açıklama geldi Amerika’dan. Bir tanesi Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Tom Casey; diğeri ABD'nin PKK’yla mücadeleden sorumlu özel temsilcisi Emekli General Joseph Ralston'dan… Birlikte dinleyelim:
Tom Casey (teyp): Irak'ın toprak bütünlüğüne inanıyoruz. PKK ile mücadelede hem Türkiye hem Irak devletiyle birlikte istikrarlı bir biçimde çalışıyoruz. Sınırötesi operasyon veya benzer konulara gelince, daha önce de konuştuğumuz gibi biz, kesinlikle Türkiye adına Kuzey Irak'ta herhangi bir askeri eyleme girişildiğini görmeyi arzulamıyoruz.
Joseph Ralston (teyp): “Benim görmek istemediğim şey, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı işgal etmesi... Çünkü işgal gerçekleştiğinde kötü şeyler olur… Her zaman kontrol edemezsiniz ve Kuzey Irak'ta iyi giden herşey değişebilir, işte bu yüzden PKK sorununu çözmemiz çok önemli…”
Çongar. İşte tabii, Amerikalı yetkililerin bu açıklamaları, aslında Türkiye’den de yapılan açıklamalara da yanıt niteliğinde. Hatırlatmak lazım, aslında Tom Casey'nin açıklaması, doğrudan Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un yaptığı bir açıklamaya yanıt olarak yapılmıştı. Şimdi gerçekten de bakarsak, son bir ay içinde Türkiye’den özellikle askeri kanattan Irak konusunu doğrudan ilgilendiren bir dizi açıklama geldi. Kürt liderlerle diyalog, işte Kürt ayrılıkçılığı meselesi ve sınırötesi operasyon konusunda. Biz onları kısa bir grafik olarak derledik. Onları size aktarmak istiyorum ekrandan okuyarak. Önce Kürtlerle görüşmek konusu; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın Washington’daki açıklaması: Kürdistan Demokratik Partisi ve Kürdistan Yurtsever Birliği'ni kastederek diyor ki, “İki grup da PKK tam destek veriyor. Bazıları oturup konuşun diyor. PKK’ya destek verenle ne konuşacağım?”
Terörle Mücadele Özel Temsilcisi Emekli Orgeneral Edip Başer; “Barzani’yle görüşmemin görevime katkısı olacağı inancında değilim. İleride bunun terörle mücadelede yarar getireceğini düşünürsem görüşürüm.”
Ve sınırötesi operasyon konusu, yine Orgeneral Büyükanıt: “Sınırlı, göstermelik operasyonlar olmaz. 500 bin kişi de kullanırsınız, 50 bin kişi de kullanırsınız.”
Kara Kuvvetleri Komutanı, Orgeneral İlker Başbuğ: “Askeri ihtiyaçlar gerektirdiğinde Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki terrör örgütüne karşı uygun göreceği tedbirleri her zaman alabilir.”
Ve Kürt meselesi/Kürt devleti başlığı altında yine Orgeneral Büyükanıt: “PKK’yı başka bir kimliğe dönüştürmek mümkün müdür? Mücadeleyi insan hakları ve azınlıklara indirelim. Çok uluslu hale getirelim, siyasi platforma taşıyalım. Oyun budur.”
Ve Emekli Orgeneral Başer: “PKK sorunu stratejik bir sorun değil. Türkiye açısından stratejik sorun Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin ilan edilmesidir.”
Evet, şimdi bu çerçevede tartışalım istiyorum. Öncelikle Amerika... "Kürtlerle diyalog" konusunda başta Orgeneral Büyükanıt olmak üzere askeri kanattan gelen olumsuz birtakım açıklamalar sonrasında, MGK’da her ne kadar diplomasinin devamı kararı alınsa da, üst düzey bir görüşme yapılamadı Barzani ve bölgedeki diğer yetkililerle. Amerika buna nasıl bakıyor? Henri sana sorayım.
Barkey: Tabii, Amerika hiç memnun değil bundan. Çünkü Irak’taki çözüm, hele Kuzey Irak’taki çözüm, Irak’taki Kürtlerin arasında geçmesi lazım. Onlarla konuşmadan, onlarla ilişki kurmadan bunun çözülmesi imkansız. Böylece kapının kapatılması Amerika’yı bence çok tedirgin etti. Ve şunu da söylemek istiyorum, yani Sayın Abdullah Gül’ün Iraklı Kürtlerle yapacağı toplantı, aslında gözlerden ırak çok ciddi bir toplantı olacaktı. Biraz iki tarafın da birbirini tanımasıyla başlayacaktı bu ve bu sabote oldu. MGK buna…
Çongar: Neçirvan Barzani’yle görüşme planlanıyordu. Ondan bahsediyorsun.
Barkey: …Barzani'yle görüşme planlanmıştı İstanbul’da. Barzani ya tek başına gelecekti ya da diğerleriyle gelecekti. Bu çok gizli değilse bile, gözlerden ırak bir konuşma yapılacaktı. Fakat maalesef, bu Sayın Büyükanıt’ın konuşmasından sonra bu toplantı iptal edildi ve bir daha bunun kolay kolay gündeme gelmesi bence zor olacak, çünkü orada biraz askerin tavrı önemli. Hele seçimlere de gidiyor Türkiye şu anda. Bunun için beklemek zorunda kalacağız.
Çongar: Evet. İlginç tabii… Türkiye konuşamadı Barzani’yle, ama örneğin Emekli Orgeneral Ralston, burada Kongre’deki oturumda benzer laflar etti… Ve biz başka Amerikalı yetkililerden de duyduk ki, Amerikalı yetkililer Barzani’yle PKK meselesini konuşuyorlar. Özellikle ateşkesin devamı yönünde Barzani’nin PKK’ya telkin etmesini istiyorlar. O kanaldan bir diyalog sürüyor. Ama biz doğrudan, aslında Türkiye’nin muhatabı olması gereken yetkililerle konuşamıyoruz kendi sorunumuzu. Çok kısaca, Abdullah sana soracağım. "Bu diyalog askıya alındı" dedik. Sence seçim yılında bu diyaloğun yeniden başlaması mümkün mü? "Diyalog" derken Iraklı Kürt liderlerle.
Akyüz: Ben beklemiyorum açıkçası. Yani bugüne kadar olmayan diyaloğun bu ortamda ve açıklamalar yapıldıktan sonra ve seçimlerde bu konunun bu kadar hassas bir konu haline gelmesinden sonra ben beklemiyorum.
Çongar: Peki, Kuzey Irak konusunu, sınırötesi operasyonu özellikle tartışarak sürdüreceğiz. Sevgili izleyiciler, lütfen bizden ayrılmayın. Kısa bir reklam aramız var.
-----
Çongar: Tekrar merhaba. Burası Washington ve konumuz Kürt meselesi. Demin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, askeri yetkililerden gelen açıklamaları özetledik. Orada sınırötesi operasyon konusunda özellikle Orgeneral Büyükanıt’ın "sınırlı" bir operasyona karşı bir görüşü de vardı. Henri, sana sormak istiyorum. Büyükanıt’ın Washington’a ziyareti öncesinde şöyle bir hava vardı; hatta sen bizim programda da daha önce bunu söylemiştin. Yani "belki sınırlı bir operasyona Washington yeşil ışık yakabillir" diye. Şimdi bu durum değişmiş gibi görünüyor. Açıklamaları gördük… Casey’nin, Ralston’un. Sence neden değişti?
Barkey: Bence burada iki değişik unsur var. Biri Amerika, kısa bir operasyona belki evet diyebilirdi, ama bence Türkiye’nin Amerika’dan istediği uzun süreli, çok çıkışlı istiyorsanız, operasyonların sonu belli olmayan operasyon izni istiyordu. Ama Amerikalılar buna hayır dediler. Amerika bence bir iki operasyona "evet" diyeceklerdi. Ama aynı zamanda Türkiye’deki askerler, yani Türkiye daha küçük operasyon yapmama kararı verdi. Çünkü bir de içeride bir politik durum var. Şimdi operasyonu seçimlerden önce yaparsanız, bunun primini kim kazanacak? Eğer ufak bir operasyon yaparsa herhalde bunun primi hükümete çıkacak ve hükümet bundan seçimlerde yaralanabilir düşüncesi var, ben diye düişünüyorum. Bildiğimiz gibi, şu anda yani askerler, AKP’nin seçimleri kazanmasını istemiyorlar. Bu durumda bence onlar da kendileri çekindiler bir operasyon yapmaktan.
Çongar: Çok önemli birşey söylüyorsun. Yani "Türk Silahlı Kuvvetleri PKK’ya karşı operasyon fikrinden, seçim sürecini etkilememek ve AKP’nin prim yapmaması için, şu an için vazgeçti…."
Barkey: O sebeplerden bir tanesi. Bir de tabii Amerika’nın “Bakın uzun süreli operasyon yapamayacaksınız, yani yapmak istiyorsanız küçük bir operasyon yapacaksınız.” Çünkü Amerika uzun dönemli bir operasyonun çok büyük problemler yaratacağını düşünüyor.
Çongar: Evet, aslında tabii küçük bir operasyona da belki yeşil ışık yakacaklardı ama kesinlikle sorunu çözmeyeceğini Amerika da biliyor. Yine Dışişleri Bakan Yardımcısı…
Barkey: Türkiye de, Türkiye de biliyor zaten.
Çongar. Evet… Dışişleri Bakan Yadımcısı Dan Fried, kendisine sorduğumuzda dedi ki, “24 saatlik rahatlama yaratacak bir operasyondansa, Türkiye’yi 24 yıllık rahatlatacak bir politikanın hayata geçirilmesi lazım.”
Peki o politikayı da belki konuşuruz, yalnız Emekli Orgeneral Başer’in açıklamasını da az önce okuduk, aradan önce. O dedi ki, "PKK bizim için stratejik bir sorun değil, esas stratejik sorun bölgede oluşan bir Kürt devleti." Şimdi orada bir federal Irak senaryosu olduğu sürece bu rahatsızlık Ankara’da devam edecek gibi gözüküyor. Halbuki Washington, federal Irak düşüncesine soğuk bakmıyor. İşin oraya gittiğini görüyor, kabul ediyor, söylüyor. Bu ayrılık nasıl aşılacak? Yani Türkiye, sence Abdullah, federal Irak’a günün birinde alışacak mı?
Akyüz: Gelişmeler öyle gösteriyor ki, herhalde yavaş yavaş alışacak bu fikre. Bu birarada tutulma isteği ortada. Fakat birarada tutmanın formülü, herhalde federal bir ülke orada oluşması. İşte, belli bir petrol gelirinin bölüşümü bir şekilde netleşirse, diğer konular bir ölçüde netleşirse ve biz sanıyorum ki yıllardır göz kapamaya ve görmemeye çalıştığımız şeyin bir gün realite olarak orada olduğunu resmen, yani şu anda belki de facto olarak bir realite var ama de jure olarak da, onu muhtemelen göreceğiz önümüzdeki şeyde. Alışacağız…
Çongar:… ama yine de bağımsız bir devletten söz etmiyoruz "Alışacağız" derken.
Akyüz: Etmiyoruz. Federal, federal…Tabii ki.
Barkey: Ben Abdullah’la aynı fikirde değilim. Türkiye federal bir Irak’a dünden razı. Problem bence Türkiye… ve Sayın Başer’in söylemeye çalıştığı şey, serbest, yani yeni bir Kürt devletinin ortaya çıkması. Yoksa Irak’ın içinde federal bir Kürt devletin oluşumu, zaten Amerika’nın, 1998’den beri Amerika’nın politikası. Burada yeni bir değişiklik yok. Ve savaştan sonra, 2003’ün savaşından sonra da bu belli bir şekilde ortaya çıktı. Türkiye'nin bence eskiden bu kırmızı çizgisiydi. Şimdi değil artık.
Çongar: Ama…
Barkey: Korkulan aslında…
Akyüz: Ama şöyle bir şey yok mu Henri; zaten "Federasyon, bir bağımsızlığa giden bir yoldur" gibi bir korku yok mu sence Türkiye’de?
Barkey: Tabii, bence o korku var ama bence artık atı alan Üsküdar'ı geçti. Şu anda bir…
Akyüz: Zaten olan…
Barkey: Oldu bile. Şu anda bir anayasa var. Anayasa federal bir Irak’ı görüyor.
Çongar: Tabii, ben ikinizin söylediğinin ortasında birşey söyleyebilirim. Bence, federal Irak’a hakikaten Türkiye razı, ama bir federal Irak’la şu anda ilişkiye henüz giremiyor. Yani federal Irak’ı henüz kabul etme aşamasında değil. Federal bir devlet varmış gibi karşısında davranmıyor. İşte Kürtlerle diyalog meselesi.
Taşpınar: (Gülerek) Ben de ikisinin ortasında birşey söyleyebilir miyim?
Çongar: (Gülerek) Senle biz "ortacılar"…
Taşpınar: Bence Türkiye’nin asıl büyük bir derdi de, artık Türkiye’deki Kürt meselesinin nereye doğru gittiği. Yani Cumhuriyet…
Çongar: Birşey sorayım, orada tam yine sana. "Siyasileştirme, PKK’yı siyasileştirme planı" diye Orgeneral Büyükanıt burada Washington’da uyarıda bulundu. Az önce aktardık. Sence Washington, Türkiye’deki Kürt siyasi partilerine, DTP olsun, diğer oluşumlar olsun, ve yani PKK dışında, bazısı PKK’yla dirsek temasında olsa bile, siyasi örgütlenmelere nasıl bakıyor? Onların Türk siyasetinde nasıl bir yeri olması gerektiğini düşünüyor?
Taşpınar: Aslında DTP’nin PKK’yla bir mesafe koymasını istiyor Amerika. Yani DTP’nin bir bakıma terörizmden uzak, milliyetçilikten de uzak, Türkiye’yi fazla sinirlendirmeyen politikalar izlemesini istiyor. Fakat şöyle bir sorun var, bizim kendi başarı prensiplerimiz bu konuda Cumhuriyet’in prensipleriyle ilgili. Bizim Kürt politikamız neydi 80 yıl boyunca? Yani Kürtleri Türk haline getirmekti. Bu proje artık başarısızlığını ilan etmiş bir proje. Kürtleri Türk haline getirmek projesiyle bugün Türkiye hesaplaşmak zorunda. Bu nedenle bu kadar büyük bir sorun var. Biz kendi Kürtlerimizi ne yapacağız? Çokkültürlü bir Türkiye yaratabilecek miyiz? Kürtleri azınlık olarak kabul edebilecek miyiz? Bu tip konular Cumhuriyet’in kökenlerine gidiyor. O yüzden asker son derece rahatsız. Yani Atatürk’ün belirlediği prensipler şu anda aslında ciddi bir sarsıntı içine giriyor. Bir yandan onların gözünde laiklikle ilgili ciddi sorunlar var, öte yandan Kürt meselesi, Türkiye’nin kendi milliyetçilik ve vatandaşlık prensibiyle çatışır hale geldi. Bizim modelimiz Fransa gibi. Fransa da çokkültürlülük istemiyor. Azınlık konsepti istemiyor. Ama gidişat o yönde. Yani Kürtler Türkiye’de bundan sonra "Ben Türküm" diye mi ortaya çıkacak? “Ben aslında Kürdüm, ama Türk vatandaşıyım. Kürt kimliğime karışılmasın, ben Kürtçe öğrenmek istiyorum, kültürümü yaşamak istiyorum, Kürt partisine oy vermek istiyorum, uzun dönemde ben de federasyon istiyorum” derse ne yapacağız? Bundan korkuyor asker, çünkü gidişat son onbeş yıldır bu yönde.
Çongar: Evet, "Asimilasyon projesi çöktü" diyorsun ve gidişatı anlatıyorsun. Geçenlerde, Açık Toplum Enstitüsü’nde bir toplantıda, Amerika’nın eski Ankara büyükelçilerinden Mort Abramowitz bu konuda bir analiz yaptı ve dedi ki özetle, "Asimilasyon çöktü, ama şu anda Türkiye, artık örneğin işte Güneydoğu’da durumun düzeltilmesi, işte sosyal politikalar, ekonomik politikalar, dil hakkı, Kürtçe’nin kullanılabilmesi, Kürt kültürünün belli tezahürlerinin daha serbest bir şekilde toplumda görülmesi, bunlar da yetmeyecek." Yani "insan hakları projesi" olmaktan çıktı bu; gerçekten de siyasi bir proje. Tabii burada Kuzey Irak’taki oluşumun da etkisi var değil mi Henri? Tabii, bu mağdem Türkiye’yi bu kadar temelden etkileyen bir tehdit ve işte Orgeneral Büyükanıt’ın "bölücülük" uyarısı vardı Washington’da yaptığı. Amerika buna bu kadar farklı bakıyorsa… Yani, "Burada bir siyasi mesele var. Bu iş belki de azınlıklar meselesi" diye bakıyorsa, bu önümüzdeki iki yılda, üç yılda, beş yılda Türkiye ile Washington arasında ciddi bir sürtüşme konusu olmaz mı?
Barkey: Tabii, ciddi bir sürtüşme konusu olabilir ama her ülkede de değişebilir. Bilhassa Türkiye’de de politikalar değişebilir, politikalar biraz daha yumuşayabilir. Bir de şunu belirtmek istiyorum, yani Kuzey Irak’taki oluşuma "Kürdistan" diyelim, o "Kürdistan’ın Türkiye için bir tehdit olacağını" devamlı söylemenin bence Türkiye’de pek bir manası yok. Çünkü bunu söyleyenler, herhalde Türkiye’deki Kürtlerle konuşmayan insanlar ve o Kürtleri bir tek hayal eden insanlar… Çünkü onlarla konuştuğunuz zaman, Türkiye’deki Kürtlerle konuştuğunız zaman, evet, hepsi çok memnun Kuzey Irak’ta böyle bir oluşumun gelişmesine. Oraya gittiklerinde çok seviniyorlar, çünkü oraya gittikleri zaman sizi kapıda karşılayan adam Kürtçe konuşuyor. Yani orada Kürt olmanın bir problem olmadığını görüyorlar. Ama aynı zamanda Türkiye’deki Kürtlerle Irak’taki Kürtler arasında büyük farklar var. O farklar yüzünden, 80 sene olsun, daha fazla zamanın geçmesinden ortaya çıkan farklar var. Ve Türkiye’deki Kürtlerin hiçbiri bana direkt demiyor ki "Ben ille de orada yaşamak istiyorum." Fakat, Kuzey Irak’taki oluşum Türkiye’deki Kürtler için bir çeşit subap olacak. Öyle birşey ki, Kürtler… Unutmayın, bilhassa Irak’taki Kürtlerin çok canları yandı. Çünkü bir travmadan geçtiler. O travmanın tesirleri, bütün Kürtler üzerinde… İran’daki Kürtler üzerine yansıdı, Türkiye’deki Kürtler üzerine yansıdı. Fakat orada bir Kürt oluşumunun olması herkesi rahatlatacak. Türkiye’deki Kürtleri de rahatlatacak. Şu şekilde rahatlatacak, "Ama bir gün kötü birşey olursa kaçacak yerimiz var" gibi gözüküyor.
Çongar: O, Ankara için hiç hoş birşey değil.
Barkey: Hiç hoş birşey değil, ama aynı zamanda Türkiye’deki tansiyonu da düşürecek. Ama biz şimdi öyle bir durumdayız ki, takvimi geri çevirip 1990’ın öncesine gidemeyiz. Bazı şeyler oldu. Bunu üzerine politika…
Çongar: Peki ama, Ankara da, resmi politika açısından bunu şöyle görmüyor mu? "Bu devlet oluşuyor, federal devlet zaten oluştu. Bizim Kürtler, 'Belki oraya başımız sıkıştığında gideriz' diye bakıyorlar senin ifadenle. Ama bu, günün birinde işte Türkiye’nin de, Suriye’nin de, İran’ın da, Irak’ın da Kürtlerinin birleşip "büyük Kürdistan" senaryosunun adımları atılıyor."
Barkey: Ama şimdi Türkiye’deki Kürtlere siz hem hak tanırsanız hem onların hayatlarını kolaylaştırırsanız, niye gitsin Kürdistan’a baksınlar, gelecekleri için? Avrupa Birliği'ne adım atan bir Türkiye’de mi yaşamak istiyorsunz? Yoksa Irak’ın kuzeyinde kurulmuş denizden uzak, İran ve Irak’ın ve Suriye’nin komşusu olan bir ülkede mi yaşamak istiyorsunuz? Benim Türkiye’de konuştuklarımın hepsi "Biz Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Biz Türk vatandaşıyız… "
Akyüz: Ama bence biraz da başka bölgelere baktığımız zaman, Yasemin’in söylemeye çalıştığı şey bence doğru da… Bence süreç gidiyor. Mesela, İspanya’da Bask azınlığına bakıyoruz. Şimdi birçok insan, yani ben de bir zamanlar böyle düşünürdüm yani Doğu’nun ekonomik sorunları var, onları büyük ölçüde iyileştirirsek bu sorun azalır. Ama ortada bir milliyetçilik şeyi var, yani çağımızın iki çelişen trendi var. Bir yandan küreselleşmeyi görüyoruz herkesin biraraya, bütün dünyanın biraraya gelmesine giden bir süreç, bir yandan ulusal kimliklere vurgunun gittikçe daha fazla bir şekilde arttığını görüyoruz. Ve bugün o Avrupa refahının bir parçası olan o Basklılar, İspanya’nın altında olmak istemiyorlar. Hala bir kanayan yara. Yani bu mesele sonuç da, çok uzun yıllar boyunca sürecek olan bir mesele.
Çongar: Sen biraz Abramowitz'in çizgisinde bir analiz yapıyorsun.
Akyüz: Evet.
Çongar: Bu konu bitmez! Bunu başka programlarda tartışacağız. Ama şimdi kısa bir reklam arası alıyoruz… Ve sevgili izleyiciler, döndüğümüzde Ermeni Soykırımı tasarısını konuşacağız.
-----
Çongar: Tekrar merhaba. Washington’daki sohbetimize Kongre gündemindeki Ermeni Soykırımı yasa tasarısıyla ilgili son gelişmeleri konuşarak devam ediyoruz.
Evet, biliyorsunuz, şimdi artık Kongre’de bir değil, iki Ermeni Soykırımı yasa tasarısı var. Senato’ya da benzer bir tasarı sunuldu. Ve Bush yönetimi, öncelikle bu Temsilciler Meclisi’ndeki, ama bu Senato’dakine karşı da, etkinliklerini, çabasını artırmaya başladı. Geçenlerde bir oturumda konuştu Bush yönetimi yetkilileri. Ayrıca iki bakan, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Savunma Bakanı Robert Gates mektup yazarak Temsilciler Meclisi’ne, bu tasarının durdurulmasını istediler. Şimdi ben dikkatinize getirmek isityorum. Tasarının sponsorlarından Kaliforniya milletvekili Adam Schiff, Mithat Bereket’e geçen hafta tasarıya sahip çıkan sözler söylemişti. Ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried de bu az önce bahsettiğim Kongre toplantısında tasarıya karşı konuştu.
Adam Schiff (teyp): “Soykırım, bizim güçlü bir müttefikimizin köklerinin dayandığı devlet tarafından işlendiğinde başımızı öbür tarafa çeviremeyiz. Seçim bölgemdeki nüfus yapısından bağımsız olarak, bu konuda her zaman gerçekleri söylemeye ve soykırımın tanınmasını savunmaya çalışacağm. “
Dan Fried (teyp): “Biz bu tasarının, Türkiye'nin kendi tarihiyle ve Ermenistan'la uzlaşabilmesi için, tarihteki olayların dürüstçe incelenmesini isteyen Türklerin sesini kısacağına inanıyoruz. Türkiye'deki 60-70 bin nüfuslu Ermeni cemaatinden bu tasarının yolaçacağı dramatik popüler tepkilerin, Türkiye'deki Ermenilerin güvenliğini tehdit edebileceğini işitiyoruz.”
Çongar: İşte duydunuz… Bu Kongre’deki oturumda, Dan Fried’in konuştuğu oturumda, gerçekten yönetim yekilileri tasarının yaratacağı sakıncalardan bahsettiler. Bir tanesini işittik ama bir diğeri, üzerinde çok durulan, Türkiye’nin bazı misilleme hareketlerine gidebileceği, bunların arasında da İncirlik Üssü’nün kapatılmasının olabileceği beklentisiydi. Ömer, sence bu mümkün mü iki ülkenin ilişkileri açısından sence o noktaya gider mi Türkiye?
Taşpınar: Genelkurmay Başkanı Washington’a geldiğinde özellikle bu konuda dikkatli konuştu ve tehditkar bir şekilde "İncirlik kapanır" sözlerini kullanmadı. Bence Türkiye, bu konuda bu kadar radikal birşey yapmaz. Yani bu büyük bir tepki olur. Belli kısıtlamalar olabilir. Belli teknik azaltmalar olabilir. Yani mutlaka bir tepki gösterecektir fakat İncirlik'i kapatmak demek, bugün Irak’a %75 oranında lojistik sağlayan havaalanını kapatmak demektir. Yani bu Türk-Amerikan ilişkilerini…
Çongar: Yani bir sınırlama olabilir. Biraz zorluk çıkartabilirler, yavaşlatabilirler.
Taşpınar: O tip şeyleri yapmaya çalışabilirler. Seçim öncesi özellikle bu gelirse Ak Parti’nin puan kazanması için… Yani bundan kim yaralanacak eğer bu tasarı geçerse? En çok MHP yararlanacak. Ak Parti dolayısıyla, MHP’nin yararlanmasını durdurabilmek için kendisi Amerika’ya karşı sert bir tepki vermek isteyecektir. Bence burada askerler istemeyecektir kapanmasını herşeyden önce, çünkü Amerika’yla ilişkilere önem veriyorlar.
Çongar: Tabii, ama izleyicilerimiz açısından şunu da vurgulamak lazım, iş o noktaya gelmedi. Hatta Henri senin de, daha önceki programda da söylediğin gibi, bunun geçmeme ihtimali, 2008’e ertelenme ihtimali hala var. Ciddi bir biçimde var. Hatta artarak var. Yönetimde de bu artık hissedilmeye başlandı.
Taşpınar: Bence geçmeme ihtimali daha fazla.
Çongar: Dolayısıyla yani, İncirlik konuşuyoruz ama o birazcık uzak senaryo. Tabii, bir de bu tasarıya karşı sürekli heyetler geliyor. Üstüste milletvekilleri heyetleri geldi, yetkililer geldi, gitti. Daha da gelecekler. Bir heyet de TÜSİAD’dan geliyor Abdullah.
Akyüz: Evet.
Çongar: TÜSİAD’ın yeni başkanı Arzuhan Yalçındağ Doğan gelecek. Ne görüşecekler? Hem onu sormak istiyorum… Yani TÜSİAD doğrudan bu tasarıya karşı etkili olabilir mi? Bir de, biraz daha genel çerçevede, Türk-Amerikan ilişkilerinin siyasi veçhesinde işadamlarının bir rolü var mı?
Akyüz: Yasemin, bu ziyaret aslında TÜSİAD yönetim kurulunun her sene Washington’a yaptığı ziyaetlerin devamı niteliğinde. Fakat bu sene bu Ermeni Soykırımı yasa tasarısı nedeniyle erkene alındı. Biz bir iş dünyasını temsil eden ve Amerika’ya çok önem veren bir sivil toplum kuruluşu olarak ve zaten burada da ofisi olan tek Türk sivil toplum örgütü olarak, amacımız resmi kanallar üzerinden yürüyen diyaloğa ilave olarak, bir de çağımızın gittikçe artan kanallarından birisi olan sivil toplum kanalını kullanıyoruz. Bu sadece bu ziyaret değil, onun dışında da buradaki ofisin yapmaya çalıştığımız da bu… Tabii ki, bunlarla buradaki Kongre’deki bir bütün milletvekillerini etkilememiz söz konusu değil. Ama sadece resmi görevlilerin değil de, o toplumu temsil eden, o toplumdaki belli grupları temsil eden örgütlerin de, sivil toplum kuruluşlarının da gelip kendi argümanlarını ortaya koymaları, bu ülkede siyaset yapanlar açısından çok önemli birşey. Burada Amerikan Kongresi bu tür konulara çok açıktır. Kongre üyeleri oradan gelecek şeyleri dinlerler. Dolayısıyla biz, başta Ermeni meselesi olmak üzere, Irak ve PKK meseleleri… bu ziyaretin ana temaları onlar. Kongre üyeleriyle görüşeceğiz, hem yönetimle he think tank’lerle, hem de medyayla. Ve Türk NGO’ların ve Türk iş dünyasının nasıl baktığını aktaracağız.
Çongar: Evet. Biz de TÜSİAD’ın bu temaslarını yakından izleyeceğiz. Programımız bitti süremiz doldu. Yönetmenimiz beni uyarıyor. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Abdullah Akyüz, TÜSİAD’dan, Ömer Taşpınar, Brookings Enstitüsü’nden, ve Henri Barkey, Lehigh Üniversitesi’den.
Ve sevgili izleyiciler sizlere de çok teşekkür ediyoruz. Bir dahaki program nisanda. O zaman buluşuncaya dek "Bizi izleyin, bize yazın ve bizi okuyun" internetten. Nisana kadar hoşçakalın diyorum… yönetmen arkadaşım Hande Atay Alam’la birlikte.
Burası Washington, ben Yasemin Çongar.